Soğuk Savaş sonrası şekillenen küresel düzen, tek kutuplu bir dünyada stratejik üstünlük kurmak isteyen aktörlerin özellikle Ortadoğu üzerinde yürüttüğü kapsamlı projelere sahne olmuştur. Bu çerçevede, ABD öncülüğünde kurgulanan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve onu takip eden Büyük İsrail Projesi’ne (BİP) zemin hazırlamak amacıyla bölge ülkelerinde etnik ve mezhepsel fay hatları ustalıkla kaşınmış, yapay ayrışmalar teşvik edilmiştir. Bu stratejik mühendisliğin temelinde, homojen olmayan toplumsal yapıları kontrol edilebilir siyasi birimlere dönüştürerek uzun vadeli nüfuz alanları yaratma arzusu yatmaktadır. Nitekim Irak ve Suriye örnekleri, bu planların sahadaki yansımalarını en net biçimde sergilemektedir.
ABD’nin BOP ve onu takip eden BİP kapsamında bölge ülkelerinde etnik ve mezhepsel olarak bölünmüş statüler oluşturma yönündeki ilk somut adımı, 1. ve 2. Körfez Savaşları ile atılmış; sonrasında gelen ve Ortadoğu’yu istikrarsızlaştıran “Arap Baharı” hareketi bölgenin jeopolitiğini tamamen değiştirmiştir. Bu süreç, etnik ve mezhepsel ayrılıkçı hareketlerin somutlaşarak birer aktör haline gelmesini sağlamıştır. Irak’taki yeni siyasi yapı, BOP ve BİP kapsamında yapılmak istenenlerin sahadaki yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Irak, mezhepsel ve etnik olarak bölünmüş; kuzeyinde Kürt kantonuna dayalı bir yapı, güneyde Şii yapılanma ve ortada Sünni nüfus üzerinden şekillenen bir yapı oluşmuştur. Siyasi sistem ise bu çerçevede evrilmiş, Lübnan örneği Irak’ta amatörce uygulanmıştır.
Ekonomik olarak özerkleşen Irak Kürt bölgesel yönetimi, merkezi hükümetten elde ettiği anayasal haklarla kurumsallaşmış ve 2017 yılında bağımsızlık referandumu yapmayı planlamıştır. Ancak Türkiye ve İran’ın sert baskıları bu süreci sekteye uğratmıştır. Irak’ın kuzeyindeki Kürt etnik yapılanmasının kurumsallaşması, bölgede yaşayan diğer Kürt gruplarına örnek teşkil etmiş ve benzer bir yöntemle Suriye’nin dizaynı hedeflenmiştir. Ancak Rusya’nın Esad yönetimine verdiği destek ve Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirdiği terörle mücadele operasyonları bu süreci yavaşlatmıştır.
Büyük İsrail Projesi’nin birinci aşaması olan “Büyük Kürdistan” projesinin Suriye ayağı için SDG/YPG yapılanmaları kurumsallaştırılmış; küresel terörle mücadele kapsamında “eğit-donat” projesi çerçevesinde silahlı yapılar haline getirilmiştir. Bu yapılar, bir sonraki adım olan siyasi statü kazanımı ve legalleşme süreci için güvenlik bariyerleri olarak inşa edilmiştir. Ancak bölgesel ve küresel jeopolitik dinamikler, bu projelerin ilerlemesini engellemiş ve yeni süreçlerin başlamasına neden olmuştur.
ABD’nin YPG’yi kurumsallaştırdığı ilk günden bu yana Türkiye, bu yapılanmanın terör örgütü PKK ile bağlantılı olduğunu söyleyerek tepki göstermektedir. Ancak ABD, PKK ve YPG/PYD’nin farklı yapılar olduğunu, aralarındaki bağın yalnızca ideolojik düzeyde olduğunu iddia etmiştir. Bu iddia ise somut verilere dayanmamış ve uluslararası kamuoyunda kabul görmemiştir. YPG’yi meşrulaştırmak adına, PKK gibi terör örgütlerinin tasfiye edilmesi gerektiği yönündeki yaklaşım, Batı’nın bölgedeki hesaplarına hizmet eden bir pazarlığın parçası olmuştur.
Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesiyle ortaya çıkan jeopolitik kırılmalar, birçok küresel ve bölgesel aktörün Suriye üzerindeki etkisini artırma çabasını doğurmuş ve yeni denklemlerin oluşmasına neden olmuştur. 22 Ekim 2024 tarihinde Devlet Bahçeli’nin “Terörsüz Türkiye” çıkışı ile başlayan sürecin, Aralık 2024’te Suriye’deki yönetim değişimiyle bağlantılı olduğu açıktır. Yeni yönetimin devralınmasıyla birlikte özellikle Batılı aktörlerin HTŞ’ye karşı itidalli açıklamaları, bir pazarlık süreci yaşandığına dair güçlü işaretler vermektedir.
İsrail’in Filistin-Lübnan hattında çatışma yoğunluğunu artırarak bölgeyi revizyonist bir yaklaşımla yeniden dizayn etme çabaları da jeopolitik süreci hızlandıran önemli bir faktör olmuştur. Bu gelişmelerin Türkiye nezdindeki karşılığı ise birçok yeni paradigmanın ortaya çıktığını göstermektedir. Türkiye, bölgesinde terör yapılanmasına izin vermeyeceğini açık biçimde hem söylem hem eylem düzeyinde ifade etmiştir.
Türkiye’nin bu kararlılığı, yalnızca askeri güvenlik perspektifine değil, aynı zamanda sosyopolitik bir temele de dayanmaktadır. Yapılacak değişikliklerin toplum üzerindeki etkisi dikkate alındığında, bu stratejik yönelimin derin bir kırılma yaratabileceği görülmektedir. Suriye’deki gelişmeler bağlamında Türkiye, terör örgütü unsurlarının ya bölgeden tehciri ya da mümkünse tasfiyesi gerektiğini açıkça dile getirmiştir. Ancak ABD, AB, İsrail ve Rusya gibi aktörler YPG’nin devamlılığını kendi çıkarlarına uygun görmektedir. Bu nedenle Türkiye, henüz YPG’nin tasfiyesini sağlayacak uluslararası şartları oluşturamamıştır.
Buna rağmen Türkiye, ciddi bir sosyolojik ve güvenlik riski alarak “Terörsüz Türkiye” hedefini ortaya koymuştur. 22 Ekim 2024’te başlayan süreç, 12 Mayıs 2025 tarihinde PKK’nın silahlı mücadeleyi bıraktığını duyurmasıyla yeni bir evreye girmiştir. Sürecin baş aktörlerinden gelen değerlendirmeler ve PKK’nın sonuç bildirgesinde yaptığı beyanatlar, bu sürecin henüz başlangıç aşamasında olduğunu göstermektedir. Burada sorulması gereken temel soru şudur: Sonuç bildirgesi yayınlandıktan sonra uluslararası kamuoyu nasıl bir tepki verdi?
En dikkat çekici açıklama ABD Dışişleri Bakanlığı’nın resmî X (eski Twitter) hesabından gelmiştir. Açıklamanın sonunda yer alan “ABD, NATO müttefikimiz Türkiye’nin yanındadır. Medeni dünyada terörün geleceği yoktur.” cümlesi, sürece dair önemli bir sinyal niteliği taşımaktadır. Bu ifade, Ekim 2018’de PKK üst düzey yöneticileri Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan hakkında para ödülü konulması sürecini hatırlatmaktadır.
Bu durum, ABD’nin PKK ile artık yol yürümeyeceğini ve yeni dönemde, örneğin Mazlum K. gibi aktörler aracılığıyla güncellenmiş kurumsal terör yapıları oluşturmayı hedeflediğini göstermektedir. Türkiye’nin bu sürece dahil edilerek bölgesel güvenlik ve etkinlik hattı oluşturulacağı vaadi, Türkiye’nin taşın altına elini koyması için yeterli bir gerekçe olarak sunulmaktadır.
Terör örgütü ve oluşturduğu jeopolitik zemini kullanmak isteyen güçlerin bu süreçte bunu nasıl yapabileceği irdelenmelidir:
- Etnik narko-terör yapısının sivilleşmesi ve siyasallaşması teşvik edilir.
- Silahlı mücadele unsurları, bölgesel özerklik içindeki güvenlik yapılarının içine entegre edilir.
- Tarihsel metinler, bilimsel makaleler ve çeşitli yayınlar aracılığıyla süreçle ilgili taraflı veri üretimi sağlanır.
- Uluslararası kamuoyunda varlık gösterebilmek amacıyla medya, STK ve düşünce kuruluşları oluşturularak psikolojik savaşın ikinci aşaması devreye alınır; jeopolitik zeminde uluslararası baskının dozu artırılır.
Kültürel taleplerle başlatılan bu süreç, tüm bu aşamaların tamamlanmasının ardından jeopolitik zeminde özerklik veya bağımsızlık statülerini içeren yapılarla sonuçlandırılır.
Bu perspektiften bakıldığında, 2018 yılından itibaren özellikle Avrupa’da kurulan, etnik narko-terör örgütünün sivil görünümlü yapılarının Büyük Kürdistan Projesi’nin diplomatik altyapısını güçlendirmeyi amaçladığı ve bu kapsamda Türkiye aleyhindeki faaliyetlere yoğunlaştıkları açık biçimde gözlemlenmektedir.
Eylül 2024’te, 2022 yılında kurulan Lozan Kürt Enstitüsü, BM’ye başvuruda bulunarak Lozan Antlaşması’nın yeniden değerlendirilmesini ve Kürtlere self-determinasyon hakkı tanınmasını veya bu konuda müzakerelerin başlatılmasını talep etmiş; bu başvuru kabul edilmiştir. Aynı yapı, Temmuz 2025’te Lozan’da Kürtlerin geleceğine ilişkin bir çalıştay düzenleyeceğini ilan etmiştir. Enstitünün kurucusu Necat Zanyar, yakın vadeli hedefleri arasında Avrupa’da bir Kürt üniversitesi kurmak olduğunu beyan etmiştir.
PKK’nın tasfiye ilanından hemen önce Avrupa’daki diaspora faaliyetlerini tek çatı altında birleştirmek amacıyla yeni bir sivil yapılanma oluşturulmuştur. Örgütün fesih açıklamasında da belirtildiği üzere, PKK kendisini tasfiye ettiğini duyurmuş olsa da türev yapılanmaların devam edeceğini açıkça ifade etmiş; Türkiye’yi “soykırım ve asimilasyon”la suçlayarak verdikleri mücadelenin ilk aşamasının başarıyla sonuçlandığını iddia etmiş ve yeni aşamanın ilk somut adımını atmıştır.
PKK, KCK yapılanmasının yalnızca bir kolu olarak faaliyet göstermektedir. Aşağıdaki tabloda da görülebileceği üzere, yapının tamamının tasfiyesine ilişkin herhangi bir beyanatın bulunmaması, Türkiye’nin iç güvenliğine dair şüpheleri artırmaktadır.
E.N.T.Ö/KCK açısından bakıldığında, süreç istenilen doğrultuda ilerlemektedir. İran ile Irak’ın PKK’nın İran koluna yönelik yürüttüğü müzakereler sonucunda, İran sınırındaki köylerin boşaltılarak örgütün Irak içlerine çekilmesi sağlanmıştır. Bu durum, Türkiye’nin “Terörsüz Türkiye” süreci ile doğrudan ilişkilidir.
Bu senaryodaki veriler bir araya getirildiğinde, Türkiye’nin bölünme riskinin arttığı ve bazı “kazanılmış hakların” verilmesi yönünde baskı oluştuğu, dolayısıyla Türk milletinin geleceğinin ipotek altına alınması riskinin doğduğu görülmektedir.
Sonuç olarak ;
Türkiye bu süreci kontrol ediyor gibi görünse de, aslında başka bir vekil yapı tarafından manipüle edilme riski oldukça yüksektir.
YPG/SDG’nin tamamen legalleşmesi mümkün görünse de, temellendiği ideolojik ve terör geçmişi bu duruma elverişli değildir. “Legalleşme” adı altında sahte bir uluslararası denge kurulmaya çalışıldığı açıktır. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın YPG için “Suriye topraklarını işgal ettiği” söylemi, devletin bu yapıya bakışını açıkça ortaya koymaktadır.
ABD’nin yeni “modern terör yapıları” yaklaşımı, yüzeyde Çin–İran–Rusya eksenine karşı geleneksel strateji gibi görünse de, aslında bölgede kurulacak ticaret koridorlarını kontrol altına alma içgüdüsüne dayanmaktadır.
Bu kapsamda önerilen stratejik adımlar:
- Türkiye, 2016’dan itibaren benimsediği proaktif ve reaktif güvenlik konsepti çerçevesinde, “önleyici savaş” doktrinine uygun kontr-terör politikaları geliştirmeli ve uygulamalıdır.
- Özellikle Türkiye’deki KCK yapılanmasının tasfiyesi yönünde somut adımlar atılmalıdır.
- Bölgede kabul edilmiş veya dışarıdan dayatılmış yapay jeopolitik kurguların bozulması için sahada silahlı mücadele ve uluslararası diplomatik müzakereler eş zamanlı yürütülmelidir.
- Türkiye, “Terörsüz Türkiye” planını şekillendirirken, bölgede terör faaliyetinin kuluçka merkezlerini sosyopolitik ve askeri çözümlerle etkisiz hale getireceğini açıkça belirtmeli ve bunu sahaya da yansıtmalıdır.
- Yeni küresel terörle mücadele konsepti çerçevesinde, terör örgütü üyeliği bulunan kişilerin vatandaşlıktan çıkarılması veya ülkeye girişlerinin engellenmesi; ya da tamamının hukuki yaptırımlara tabi tutulması gerekmektedir. Bu yöntem, başta İngiltere olmak üzere birçok ülkenin IŞİD üyelerine karşı uyguladığı prosedürlerle örtüşmektedir.
- Terör örgütü yöneticilerinin başka ülkelere yerleşmeleri engellenmeli; Türkiye’ye teslim edilmeleri ve geçmiş faaliyetlerine dair cezai süreçlerin işletilmesi sağlanmalıdır.
- Ayrılıkçı söylemlerde bulunan kişi ya da kurumlar hukuki yollarla tasfiye edilmeli; propaganda faaliyetlerine izin verilmemelidir.
- Suriye ve Irak’taki demografik yapılar, Türkiye’nin güvenliğini önceleyecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Güney sınırı, Türkiye için yeni bir “Kıbrıs”tır. Bu noktada bölgede bir “Türk kantonu” oluşturulması, ardından Türkmen Devleti’nin inşası sınır güvenliği açısından stratejik önem arz etmektedir.
- “Kalkınma Yolu Projesi”, “Orta Koridor Güvenliği” ve “Büyük Geçit Projesi” gibi bölgesel kalkınma ve istikrarı hedefleyen projeler, terörle mücadele konseptiyle entegre edilerek, ilgili ülkelerle güvenlik paktları oluşturulmalı ve ortak koordinasyon komisyonları kurulmalıdır.
- Anayasal süreçle ilgili olarak resmi makamlar, üniter yapıdan ve yönetim statüsünden taviz verilmeyeceğini açık biçimde beyan etmeli; özellikle 42. ve 66. maddelerin anayasadan çıkarılmaması, ülke bütünlüğü açısından elzemdir.
- Anayasa çalışmalarında terörle mücadele uzmanları ve özellikle Türk milliyetçisi kesimlerin temsilcileri yer almalı; anayasa süreci yalnızca toplumun bir kesimini memnun etme amacıyla yürütülmemelidir. Bu noktada, Türk milliyetçisi STK’ların sürece dâhil edilmesi büyük önem taşımaktadır.
- Etnik narko-terör örgütünün insan kaynağı olarak kullandığı yerleşim alanları, Dış Türk topluluklarıyla demografik olarak yeniden şekillendirilmelidir. Sosyal yapının düzenlenmesi için gerekli yasal ve kurumsal adımlar atılmalıdır.
- Şehirlerde illegal faaliyetler (uyuşturucu, silah, kumar, bahis, fuhuş vb.) yürüten yapıların tespiti, terörün finans kaynaklarının kesilmesi açısından hayati önemdedir. Ayrıca bu yapılarla bağlantılı yasal ticari organizasyonların da incelenerek tasfiye edilmesi gereklidir. Bu süreçte, özgürlük ve siyasal hak taleplerinde bulunan grupların, hukukla iş birliği yaparak şeffaf davranması, samimiyet testinden geçmelerini sağlayacaktır.
Bu öneriler, sürecin kritik kavşaklarında uygulanması gereken öncelikli politik ve stratejik adımlardır. Kapsamları genişletilebilir. Önerilerin her biri tartışmaya açık olmakla birlikte, Ancak jeopolitik olarak Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar kritik bir noktadadır. Daha önceki jeopolitik dönemlerde ‘kenar ülke-köprü ülke ‘ tanımlamaları varolan konjektürdeki etkisi yüzünden yerini ‘merkez ülke’ tanımlamasına bırakmıştır. Coğrafya ve Tarihin ittiği bu nokta terör yapılanmalarıyla gerekli ve kesin sonuçla bitecek mücadeleler verilmesini , onları kullanan aktörlerin ise etkisiz hale gelmesini sağlayacak pro aktif ve reaktif politika oluşturma ve bunları eyleme dökebilecek kapasitesi olduğu unutulmamalıdır.