Hindistan-Pakistan Gerilimi Üzerine Stratejik Bir Okuma
  1. Anasayfa
  2. Uncategorized

Hindistan-Pakistan Gerilimi Üzerine Stratejik Bir Okuma

0
Geoit - Reklam Alanı (Yazı Sonu)

Uluslararası ilişkilerde çatışma senaryolarının 5N1K çerçevesinde sorgulanmasında esas sorulması gereken soru şudur: “Bu çatışmadan kim kazançlı çıkıyor?”
Bu soru, sonuç varsayımlarının çeşitlenmesini sağlarken, Temel Varsayım Analizi’nin temel mottosu olan “Eğer öyleyse…” senaryolarına da dayanak oluşturarak hatalı varsayımların azaltılmasında bir ölçüt olarak değerlendirilebilir.

Bu bağlamda, Pakistan ile Hindistan arasındaki gerilim, her iki ülkenin perspektifinden ele alınarak “Şeytanın Avukatı” yöntemiyle alternatif sonuçlar üretilecektir.

Tarihsel perspektiften bakıldığında; (1947-1949) Birinci Keşmir Savaşı, (1965) İkinci Hint-Pakistan Savaşı, (1971) Bangladeş Kurtuluş Savaşı (Üçüncü Hint-Pakistan Savaşı), (1984) Siachen Buzulu Çatışmaları, (1999) Kargil Savaşı, (2001-2002) Parlamento Saldırısı Krizi, (2008) Mumbai Terör Saldırıları, (2016) Uri Saldırısı ve sonrası, (2019) Pulwama Saldırısı ve Balakot Hava Operasyonu gibi örnekler, çatışmaların zaman zaman düşük, zaman zaman ise yüksek yoğunluklu gerçekleştiğini göstermektedir.
İki devlet arasındaki bu çatışmaların, bölgesel ve küresel aktörlerin müdahaleleri sayesinde uzun süreli ve yüksek yoğunluklu savaşlara dönüşmeden müzakere yoluyla çözüldüğü görülmektedir. Bu durum, çatışmalardaki dengelerin büyük ölçüde ticaret ve enerji koridorlarının güvenliği etrafında şekillendiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Öncelikle, Hindistan’ın jeopolitik açıdan genel bir değerlendirmesini yapmak faydalı olacaktır. Hindistan’ın en büyük millî güç unsuru nüfusudur. 2025 itibarıyla, yaklaşık 1 milyar 438 milyonluk nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkesi konumundadır. Doğurganlık oranı 2,04 düzeyindedir. Yapılan projeksiyonlara göre, Hindistan’ın 2100 yılına kadar dünyanın en kalabalık ülkesi olmaya devam etmesi beklenmektedir.
Kişi başı GSYİH’si 2.000–3.000 USD bandında olan Hindistan, düşük iş gücü maliyetleri sayesinde küresel sermaye için Çin’e karşı önemli bir alternatif olarak öne çıkmaktadır.

Geoit - Reklam Alanı (Yazı Sonu)

Hindistan, bölgesel bir güç olarak kalmanın jeopolitik dezavantajlarını aşmak ve küresel jeopolitiğin sağlayabileceği avantajlardan faydalanmak amacıyla, tıpkı Çin’in İpek Yolu’nu modern bir ticaret koridoruna dönüştürmeyi hedefleyen Kuşak-Yol Projesi gibi, Bharat Yolu Projesi ile Çin’in ticaret koridorlarına alternatif oluşturmayı amaçlamıştır.
Bu bağlamda, yaklaşık 187 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaştığı Körfez ülkeleriyle söz konusu projeyi hayata geçirmeyi planlarken, Avrupa pazarına erişim açısından İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) bu projeye dâhil etmiştir.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar gibi ekonomik açıdan güçlü Körfez ülkelerinin, Bharat Projesi’nin duraklarından biri olan Kıbrıs Adası’nda GKRY ile temas kurmaları, bu ticaret koridorunun güvenliği çerçevesinde yapılan güvenlik ve ticaret anlaşmalarını beraberinde getirmiştir. Bu temasların temel gerekçesi, çatışma riskini azaltarak oluşturulacak ticaret pastasını korumak ve jeoekonomik pozisyonlarını güçlendirmektir.

Hindistan’ın Bharat Yolu projesinin ticari geleceği açısından risk olarak gördüğü iki temel proje bulunmaktadır: Avrupa Birliği’nin Küresel Geçit Projesi (EU Global Gateway) ve Çin’in Kuşak-Yol Projesi. Her iki hattın da geçtiği güzergâh, Çin’den başlayarak Türkistan üzerinden Türkiye’ye uzanmakta ve oradan Avrupa’ya bağlanan Orta Koridordur.
Bunun yanında, Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) ise Çin’in kuzeybatısındaki Doğu Türkistan’dan başlayıp, Pakistan’ı kuzeydoğudan güneybatıya doğru kat ederek Gwadar ve Karaçi limanları aracılığıyla Umman Denizi’ne ulaşmayı amaçlayan bir ticaret güzergâhıdır.

Görüldüğü üzere, Çin’in iktisadi rakibi ve jeoekonomik alternatifi olarak ortaya çıkmayı hedefleyen Hindistan’ın, Kuşak-Yol Projesi’nde yer alan ve kendisine alternatif oluşturabilecek, jeopolitik duyarlılığı yüksek bölgelerde istikrarsızlık yaratma arayışında olması, kendi stratejik çıkarları bağlamında tutarlı bir senaryo olarak değerlendirilebilir.

Bu çerçevede, Azerbaycan-Ermenistan ve İsrail-Filistin çatışmalarında sırasıyla Ermenistan ve İsrail’i desteklemesi, Kıbrıs meselesinde ise GKRY ve Yunanistan ile ticari, askeri ve diplomatik ilişkilerini güçlendirme çabası, Hindistan’ın Türkiye’yi jeopolitik bir rakip aktör olarak gördüğünü açıkça ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla, Hindistan açısından bu mesele ideolojik bir tercihten çok, jeopolitik ve jeoekonomik bir zorunluluk hâline gelmiştir.

3 Nisan 2025’te Hindistan ile Pakistan arasında Cemmu ve Keşmir’in Baysaran Vadisi’nde meydana gelen ve 25 Hindu, bir Hristiyan turist ile bir Müslüman’ın hayatını kaybettiği; 25 kişinin ise yaralandığı Pahalgam saldırısı, iki ülke arasındaki gerilimi tetiklemiştir. Saldırının sorumluluğunu ilk etapta Direniş Cephesi (TRF) üstlenmiştir.

Saldırının ardından Hindistan, saldırıdan Pakistan’ı sorumlu tutarak intikam alınacağını resmi makamlar aracılığıyla açıklamıştır. Bu açıklamayı takiben, Pakistan suçlamaları reddetmiş ve iki ülke arasındaki gerginlik artarak hava ve kara çatışmalarına yol açmıştır.
Tarafların kayıplarına ilişkin farklı kaynaklardan çelişkili açıklamalar gelse de, genel kanı Hindistan ordusunun Pakistan karşısında ciddi kayıplar verdiği ve sayısal üstünlüğünün çatışma sahasında belirleyici olmadığı yönündedir.
Pakistan, askeri teknolojideki dezavantajlarını avantaja çevirerek, çatışmada Hindistan’a karşı üstünlük sağlamış; bu durum, dünya kamuoyu tarafından da tescillenmiştir.

Bu bağlamda, Türkiye ve Çin’in Pakistan’a sağladığı askeri teknoloji desteği ayrı bir başlık hâline gelmiş; özellikle Çin’in savunma sanayi ürünleri, dünya savunma sanayii pazarında yeniden gündeme oturmuştur.
Özellikle hava çatışmalarında, Çin menşeli J-10C çok amaçlı avcı uçaklarının, Fransız üretimi Dassault Rafale ve Rus menşeli MiG-29 ile Su-30 savaş uçaklarını düşürmesi, Hindistan’ın askeri caydırıcılığı hakkında ciddi soru işaretlerine neden olmuştur.

Türkiye’nin SİHA/İHA teknolojileriyle sağladığı destek, özellikle Ukrayna, Karabağ ve Afrika’daki kontrterör operasyonlarında bu teknolojilerin harp doktrinlerini köklü biçimde değiştirdiğini bir kez daha tescillemiştir.
Güncel durumda, 11 Mayıs 2025’te sağlanan karşılıklı ateşkes, küresel ve bölgesel güçlerin diplomatik müdahaleleri sayesinde mümkün olmuş olsa da, iki ülke arasındaki çatışma riski hâlâ devam etmektedir.

Ancak, orta yoğunlukta başlayan bu çatışmanın, her iki tarafın da nükleer silahlara sahip olması nedeniyle yüksek yoğunluklu bir savaş senaryosuna dönüşmeyeceği açıktır.

Bu çatışmadan kimin kazançlı çıktığı sorusu bizleri doğrudan Çin Halk Cumhuriyeti’ne götürmektedir. Her ne kadar Pakistan’ın kırılgan ekonomisi ve sosyo-politik/sosyo-ekonomik kırılganlığı göz önüne alındığında, güvenlik istikrarının bozulmasının Hindistan lehine sonuçlar doğurabileceği düşünülebilir; ancak günün sonunda kazançlı çıkan aktörün farklı olması, olayın yalnızca bölgesel jeopolitik dinamiklerle değil, küresel jeopolitik konjonktürle açıklanması gerektiğini ortaya koymaktadır.

ABD’nin arabulucu rolü üstlenmesi, İngiltere’nin tarafsız kalması, Avrupa Birliği’nden gelen farklı açıklamalar, Türkiye ve Çin’in Pakistan’a açık ve somut destek vermesi ve Rusya’nın Hindistan’ı stratejik ortak olarak tanımlaması birlikte değerlendirildiğinde; Çin’in Kuşak Yol Projesi ile Hindistan’ın Bharat Yolu Projesi arasındaki rekabetin, önümüzdeki dönemde yalnızca sabit jeopolitik ilkelerle değil, güç odaklarının ilgili bölgedeki çıkarlarına göre değişen esnek stratejilerle şekilleneceği net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin bu çatışma senaryosundaki tutumu, kendisini dolaylı ya da doğrudan ilgilendiren uluslararası sorunlarda izleyeceği stratejik yol haritasını ortaya koyması açısından büyük önem arz etmektedir.
ABD ile ticari uzlaşı görüşmeleri yürüttüğü bir dönemde, Çin’e rakip konumda bulunan Hindistan’ın bu çatışmadaki başarısız performansı, küresel jeopolitik dengeler açısından dikkat çekici mesajlar içermektedir.
Bu durum, Hindistan’ın sahip olduğu potansiyele rağmen küresel bir aktör olma yolunda hâlâ ciddi yapısal sorunlarla karşı karşıya olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

 

Orta Koridor ve CPEC’in alternatifi olan Kuzey Koridoru’nun, Ukrayna savaşı nedeniyle sekteye uğraması, Rusya’nın bu durumdan rahatsızlık duymasına yol açmıştır.
Özellikle Türkistan ve Türkiye’nin Çin ile geliştirdiği ilişkilerin öngörülebilir potansiyeli, Rusya’yı alternatif aktörlerle ilişkilerini onarma ve geliştirme arayışına yöneltmiştir.

Küresel jeopolitik ortamda uluslararası politik gri alanların artması, doğrudan devletler arası büyük savaş riskini azaltmakla birlikte, proxy savaşlar, istikrarsızlıklar ve bölgesel çatışmaların artacağı öngörüsünü daha muhtemel hâle getirmektedir.

Türkiye’nin bölgesel ve küresel ölçekte “su damlası” misali artan etkisinin çarpan etkisine dönüşmesi, jeopolitik duyarlılığın giderek yükseldiği bu tarihsel döngüde büyük önem arz etmektedir.

Türkiye’nin Pakistan ile stratejik ortaklığının, tarihsel bağlamın etkisiyle artarak sürmesi büyük önem arz etmektedir.
Keza, Türkiye’nin Kalkınma Yolu Projesi kapsamında İsrail ve GKRY’yi bypass eden ticaret koridorunun, hem Bharat Yolu hem de CPEC için ciddi bir alternatif olarak öne çıkması, Türkiye’nin bölgesel etkisini artırma potansiyelini ortaya koymaktadır.
Bu potansiyelin hayata geçirilebilmesi için, altyapı yatırımlarına yerli imkânlarla öncelik verilmesi ve sürecin hızlandırılması gerekmektedir.

Türkiye’nin, millî savunma, millî eğitim ve millî iktisat alanlarındaki “metal yorgunluğunu” geride bırakarak proaktif ve reaktif yetkinliğini bir üst düzeye taşıması, hayati önem arz etmektedir.

Türkiye’nin CPEC’e verdiği desteğin sürdürülmesi, GKRY ve İsrail’in bölgesel etkinliğini azaltacak; böylece Türkiye’nin bölgesel sorunlardaki söz sahipliği daha ileri bir noktaya taşınarak, “bölgesel güç–küresel etki” vizyonunun hayata geçirilmesine katkı sağlayacaktır.

Sonuç olarak, Hindistan ve Pakistan arasındaki bu çatışma, küresel ölçekteki jeopolitik dönüşümün ilk bölgesel yansıması olarak değerlendirilebilir.
Her ne kadar çatışma, proaktif ve reaktif manevralarla düşük yoğunluklu bir düzeye indirgenmiş olsa da, Bharat Yolu ve Kuşak-Yol Projesi’nin jeopolitik karşılıkları, gelecekte yeni bölgesel sorunların ortaya çıkmasını körükleyebilir ya da mevcut sorunların ticari gerekçelerle çözülmesine zemin hazırlayabilir.

Her iki senaryoda da, jeopolitik duyarlılığı yüksek ülkelerin, millî güç unsurlarını (siyasi güç, askerî güç, ekonomik güç, coğrafi güç, demografik güç, psiko-sosyo-kültürel güç, bilimsel ve teknolojik güç) sistematik biçimde geliştirmeleri, jeopolitik kırılmaların arttığı bu dönemde kendi kaderlerini belirleyecek en kritik faktör olacaktır.

Geoit - Reklam Alanı (Yazı Sonu)
Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir